• Melis Danişmend

    Solo albümüyle beğeni toplayan Melis Danişmend Ankara'daydı [...]

  • Mabel Matiz

    Matizm ağır adımlarla ilerliyor [...]

  • The King Is Dead

    Indie folk grubu The Decemberists'in son albümü [...]

  • Cam

    Beğenilen tiyatro oyunu Ankara'daydı [...]

  • Odtu

    12. Sanat Festivali [...]

  • Ankara Film Festivali

    17-27 Mart'ta [...]

  • Can Bonomo

    İlk albümü Meczup ile dikkatleri çekmeyi başardı [...]

  • The King's Speech

    Bu senenin en çok ses getiren filmlerinden Zoraki Kral [...]

  • Sanctum

    James Cameron 3 boyut teknolojisi ile bu sefer başarılı olabilecek mi? [...]

  • Bruno Mars

    Doo-Woops & Hooligans albümü [...]

  • Athena

    Athena 27 Ocak'ta Ankara'daydı [...]

®

12 Ocak 2012 Perşembe

50/50


Konu kanser olunca ve de gerçek bir hikayeyse insanların filme bağlanması kolay oluyor, daha kolay empati kurabiliyor. Hele ki kanser olan karakter 27 yaşındaysa genelde önüne geçemediğimiz bir dram bizi bekliyor. 50/50 bu klişeyi bir nebze kırmayı başarıyor. Ağlarken gülmek sözü izlerken birebir gerçekleşiyor. (Spoiler içerebilir)


Kolay empati kurulan fakat hassas bir konu üzerinde dram/komedi türünde bir filmi sıkmadan izlenebilir hale getirmek bence kolay bir iş değil. Hem de senaristin kariyerinde ilk yazdığı senaryoysa takdir edilesi. 50/50 ölümle mizahı iç içe o kadar iyi barındırıyor ki, Altın Küre ödüllerinde bile adaylıkları komedi dalında. Genelde bu tip filmlerde madem zamanımız az o zaman hiç yapamadığımız şeyleri yapalım gibi bir klişe vardır, Bucket List belki de en iyi örneklerinden biri. Bu film için ise daha farklı bir durum söz konusu. 27 yaşındaki Adam ailesi ve sevgilisiyle iletişim problemi çeken fakat görmezden gelen, düzenli, aşırılıkları olmayan biri, hatta radyodaki işinde bile çalışırken yaptığı işin kusursuz olmasına dikkat ediyor. Bu nedenle ölüme bu kadar yaklaşmak onu farklı bir "yapamadıklarımı yapmalıyım" durumuna sürüklüyor. Arkadaşına biraz uyup sosyalleşiyor, ailesiyle tekrar bir bağ kuruyor ve kız arkadaşıyla yaşadığı iletişimsizliğin farkına varıyor. Kanser bu düzenli zinciri öyle etkiliyor ki, ölümcül gördüğü arabalar bile bu durumu önemsizleştiriyor.


Filmin oyuncularına baktığımızda Joseph Gordon Levitt her filmde üstüne biraz daha koyarak oynuyor. Levitt gerçek hayatta da komik birisi, bunu Conan'a katıldığında yada kişisel blogunda paylaştıklarından rahatça söyleyebiliriz. 500 Days of Summer ile büyük bir ün kazanan ve ardından Inception'la devam eden yükselişini bir çok yönetmen de görmüş olacak ki yeni projelerinde Nolan, Tarantino ve Spielberg gibi isimlerle çalışacak. Belki de en büyük artısı sektörde çokça olan süper yakışıklı, her tarafından testosteron fırlayan aktörler yerine bizden biri gibi görünen, fakat iyi oyunculuğu sayesinde her oynadığı role inandığımız biri olmayı başarabilmesi.

Diğer oyunculara baktığımızda, Seth Rogen hayranı olmadığımı baştan söylemem gerekir. Filmde bile senaryonun iyi olması sayesinde yaptığı aşırılıklara zor ısındım. Anjelica Houston'ı ise başarılı buldum. Up In The Air filmindeki rolüne biraz benzer şekilde, eğitimi gerçek hayata taşıyan ve birine dokunurken bile bu kadar eğreti duran bir karakteri iyi canlandırmış.



İçerisinde doğal diyaloglar ve sahneler barındıran sıkmadan izlenen bir film 50/50. Ameliyat başında bekleyen annenin terapiste günah çıkarması, terapistlerin açtığı müziğin aslında sadece bir konsept olduğu ve anestezi sahnesindeki diyaloglar güzel ayrıntılardı. Bu sene merakla beklediğim 6 filmden (Midnight In Paris, The Artist, 50/50, A Seperation, Moneyball, Tree of Life) biriydi. Açıkçası Tree of Life hariç diğer dört film beklentimi karşıladı. Sırada The Artist var!

1 yorum:

wimparella dedi ki...

kaliteli duruyor.

Yorum Gönder